“Maria Puder öyle ölmedi!” Kürk Mantolu Madonna’yı okuyup, hayran
kalan şahsım adına çok ilgi çekici bir cümle. Doğan Akhanlı’nın “Madonna’nın
Son Hayali” isimli kitabını görüp arka kapağını okuyunca bu kitabı muhakkak
okumalıyım dedirten cümle. Aklıma “Nasıl öldü peki zavallı(!) Raif Efendi’nin
Maria’sı?” sorusunu getiren cümle.
Sabahattin Ali’nin duru anlatımı,
konunun merak uyandıran akışı eseri okuyan herkesi kendisine hayran bırakan
etkenlerdendir. Peki, “Kürk Mantosuz
Madonna” ile tanıştınız mı? Doğan Akhanlı Maria’ya Sabahattin Ali’nin
biçtiği ölüm şeklinden hoşlanmamış olacak ki Maria Puder’in peşine düşmüş ve bu
eseri ortaya çıkarmış.
Kitap, Sabahattin Ali’nin
ölümünden bahseden bir prologla başlıyor. Beş ana bölümden oluşan kitapta yazar
kendisini Sabahattin Ali’nin yerine koyarak Kürk Mantolu Madonna’yı neden ve
nasıl yazdığına değiniyor. Maria Puder’e aslında kendisinin aşık olduğunu,
geçimini sağlamak için yazacağı eserde bu aşkından bahsetmek istediğini; ancak karısını
kırmamak için bu aşkı kendisinin değil de Raif Efendi gibi “lüzumsuz bir
adamın” başından geçmiş gibi anlattığını belirtiyor. Almanya’ya gidişi, Almanca
öğrenişi, Maria Puderle üç defa karşılaşması bu bölümde anlatılanlar arasında
yer alıyor.
İkinci bölümde Akhanlı, çocukluk
anılarına, yaşadığı köye dönerek Kürk Mantolu Madonna’yı ilk okuyuşundan
bahsediyor. Bu eserin yazar için neden bu kadar önemli olduğunu yine bu bölümde
öğreniyoruz. Meğer yazar Maria Puder’in kitapta ismi geçmeyen kızına âşık olmuş
ve annesiyle bu kıza “Alma” ismini
vermişler.
Kitabın ilerleyen sayfalarında
yazar Almanya’da bir tren yolculuğunda Alma adında bir kadınla tanışıyor ve
Alma’nın Maria Puder’in kızı, ilk aşkı olan Alma olduğuna kendisini
inandırıyor.
Kurgu mu gerçek mi olduğunu
kavramakta zorlandığım bir şekilde hayatından bahsederek olayların gelişim
sürecini devam ettiriyor yazar. Sayfalar ilerledikçe Maria’nın izine bir adım
daha yaklaşan Akhanlı, Yahudilere yapılagelmiş onlarca zulümden bahsetmeyi de
ihmal etmiyor.
Üçüncü bölüm dışında Maria
Puder’den fazla bahsetmeyen yazar bölüm sonunda Berlin sokaklarında “Maria
Puder burada otururdu / 28.10.1938’de Polonyaya / sürüldü / kayboldu” yazan bir
anıt taşı görünce Maria’nın izini sürebilmek için Alma ile birlikte Varşova’ya
gidiyor.
Dördüncü bölümde Polonya’da Maria’nın
izini süren Alma ve yazarın yolu Nazi zulmünün dehşet verici tanıkları “toplama
kamplarına” düşüyor. Alma ve yazarın çabaları sonuçsuz kalmıyor ve Maria’ya ait
“mavi bir deftere” ulaşıyorlar. Alma için hikaye burada biterken yazar yola
devam etmek Maria’nın “gerçekten” öldüğü yere kadar iz sürmek istiyor.
Deftere göre Maria Köstence
Limanı’ndan kalkan Struma’ya biniyor. Struma, Karadeniz üzerinden Filistin’e
gitmesi planlanan lakin bürokratik engellerden ötürü İstanbul açıklarında bir
Sovyet denizaltısı tarafından batırılan içinde 103ü çocuk olmak üzere 768
kişinin ölüme terk edildiği gemi. Maria bu gemide geçen günlerini yazdığı “mavi
defteri” hamile olduğu için kıyıya çıkmasına izin verilen Rose(Medea
Salamovitz) aracılığıyla gemiden kurtarıyor ve hakkında bir iz oluşmasını
sağlıyor.
Akhanlı’ya göre Maria Sabahattin Ali’nin ona yakıştırdığı gibi doğum yaparken değil Nazilerin zulmünden kurtulmaya çalışırken 24 Şubat 1942 günü “kürk mantosu” olmadan Karadeniz sularında hayata veda ediyor.
* Celse Hukuk ve Edebiyat Dergisi Aralık 2013 sayısında yayımlanmıştır.

İyiymiş...
YanıtlaSil