22.02.2014

Defter

1.) Bitmişti. Yaklaşık yarım yıldır kitaplardan beğendiği sözleri yazdığı defteri bitmişti. Kendini bir an boşlukta hissetti. Şimdi bir karar vermesi gerekiyordu. Ya defteri bir kez okuyup sonrasında bir kenara kaldıracaktı ya da başkalarının da okumasını sağlayacaktı; ama bu başkaları hiç tanımadığı kişiler olmalıydı. Sanki tanıdığı biri okursa onunla dalga geçecekti. Evet evet kesinlikle tanımadığı biri okumalıydı. 

Defterin boş bıraktığı ilk sayfasına yapmak istediği şeyi anlatan bir yazı yazmak üzere en sevdiği ve bu defteri doldururken en çok kullandığı yeşil kalemini eline aldı ve başladı yazmaya.

"Bu defteri bulduğunda bir kenara bırakmak isteyebilirsin ama bu yazıyı okumaya başladıysan lütfen okuduktan sonra bırak. Bu defter aylardır okuduğum her kitapta kendimi bulduğum satırlardan oluştu ve bu satırlar unutulmamak üzere bu defterde kaleme alındı. Bu satırların benimkinden başka da etkileyebileceği yüreklerin olduğu düşüncesiyle bu banka bıraktım kıymetli defterimi. Şimdi karar verme sırası sende sonuna kadar okuyabileceksen öyle al bu defteri ve bitirdiğinde lütfen yine bir banka bırak. Vakit ayırdığın için teşekkürler."

2.) Uzun zamandır sahilde yürüyordu, yorulduğunu hissetmeye başlamıştı. Derin bir nefes aldı denize bakarak sonra içini çekti dertli bir şekilde. En yakındaki banka oturmak için yürümeye devam etti. Banka oturup denizi seyretmeye devam ederken fark etti oracıktaki defteri, etrafına bakındı unutan kim ki diyerek. Kimse yoktu. Açtı defteri giriş yazısını okumaya koyuldu. Muntazam bir yazıydı. "İnsanlar ne güzel yazıyor be, benim yazım kargacık burgacık" diye hayıflandı. Yeşil bir kalemle yazılmıştı, en sevdiği renkti yeşil. İlgisini çekti defter. İşten çıkarıldığı için bol vakti vardı nasılsa, rahatlıkla okuyabilirdi bu defteri.  Birisinin sırlarına ortaklık ediyormuş gibi hissetti. Beğendiği sözleri o da yazıyordu ara sıra ama hiç düzenlememişti o notlarını, bir o defterine yazardı bir başka defterine bazen de telefonuna not ederdi. “Vay be! Ne güzel düşünmüş bunu yazan.” Dedi ve eve gidince kendi notlarını toparlamayı düşündü.

Defterde yazılan ilk kitap Ömer Hayyam Rubailer idi. Hayyam’ın rubailerini çok severdi. Divan Edebiyatına az çok ilgisi vardı. Gerçi edebiyata ilgisi vardı sadece Divan Edebiyatı diyerek sınırlandıramazdı. 
“Dostunu erkekçe seven kişi
Pervane gibi özler ateşi;
Sevip de yanmaktan kaçanların
Masal anlatmaktır bütün işi.”
“Aa! En sevdiğim rubailerden biri.” Dedi şaşkın bir şekilde. Birdenbire bu defterin karşısına tesadüfen çıkmadığını düşündü. Sonra aklına “Tesadüf diye bir şey yoktur olsa olsa tevafuktur cancağızım.” diyen en yakın dostu geldi. Şimdi burada olsa yine başlardı “tevafuktur tevafuk” demeye. Lise yıllarından beri hiç ayrılmadığı bu arkadaşı son birkaç yıldır kendisini dine ve tasavvufa vermişti. Hayranlıkla dinlerdi onun konuşmalarını, kendisi çocukluğundan beri dini konularda zayıf olduğu pek bir şey bilmediği ve hatta öğrenme ihtiyacı hissetmediği için arkadaşındaki bu değişime ilk başta anlam verememişti. Sonra onun gittikçe güzel şeylerden bahsedip güzel şeyler yaptığını görünce arkadaşına “Boş ver hayatını yaşa n'apacaksın dinle falan ilgilenip” demekten vazgeçti. Neyse arkadaşı haklı olmalıydı kesinlikle tesadüf diye bir şey yoktu. Tam olarak ne olduğunu bilmediği tevafuk denen şey olmalıydı bu. Defteri okumaya devam ediyordu. İkinci kitap geçen hafta aldığı Haydar Ergülen’in Hafız ile Semender’iydi. Kitabı okumadan bu kitaptan alıntıları okumak istemedi. Üçüncü kitap eskiden zevkle okuduğu artık nedense okuyamaz hale geldiği Elif Şafak’tan Bit Palas’tı. Okumuştu bu kitabı. Başından sonuna kadar büyük zevkle okuyup sonunu beğenmediği bu kitaptan o da sözler not etmişti. Eve gidip o sözlerle karşılaştırarak okumak istedi. Hava kararmıştı zaten, saatine baktı tam üç saattir o bankta oturuyordu farkında değildi.

3.) Defteri bıraktığı banka geri dönüp onu almak istedi. Niye bıraktım ki diye hayıflanıyordu. Yıllarca o kadar kitap okuyup onları unutmamak adına notlar aldığı defterini niye gidip bir banka bırakır ki insan diye kendine çekişip durdu. Birisi gelip onu okusa yine iyi ya kedi köpek zarar verirse diye düşünmeden edemedi. “Dayanamayacağım gidip geri alacağım defterimi, kimse okumasın sadece bana özel kalsın madem.” Dedi ve gitti banka uzaktan baktığında geniş omuzlu, siyah saçları rüzgarda dalgalanan bir adamın elinde gördü defterini, gidip istesem çok mu ayıp olur diye düşünürken adam ayağa kalktı elinde defterle gidiyordu, yüzünü görememişti. “Neyse bakalım artık defterimden umudu kesmenin vakti geldi” diyerek evine döndü.

4.) Eve dönerken atıştırmalık bir şeyler aldı. Çok aç sayılmazdı, son günlerde iştahı epey kapanmıştı zaten. Aldıklarını yedikten sonra güzel bir kahve yaptı kendisine en bol köpüklüsünden. Yıllardır aksatmadığı tek alışkanlığı buydu. Akşamları dokuz olmadan önce sade Türk kahvesi yapıp içecekti illa ki. İyice ustalaşmıştı kahve yapmada, evlenip güzel bir kadının elinden içme vaktinin geldiğini söylerdi annesi ara sıra memleketten yanına geldiğinde. “Tabii annecim o da olacak elbet.” der geçiştirirdi annesini. Kahvesini içtikten sonra merakla dosyalarını karıştırdı, Bit Palas ile ilgili tuttuğu notları bulunca da defteri de eline alıp okumaya başladı. Bir iki derken sayfalar ilerledikçe şaşkınlığı giderek artıyordu. Alıntıladıkları tüm sözler aynıydı. İki insan aynı kitabın aynı sözlerini beğenir miydi? Elbet beğenirdi ama bugün için bu kadar tesadüf pardon tevafuk fazlaydı. Eğer en çok etkilendiği sözü de yazdıysa ruh ikizini bulduğuna inanacaktı.

“İki türlü yaşanır hayat eğer bir şeye benzeyecekse. Ya kendini yok edeceksin hayatın içinde, ya da hayatı yok edeceksin kendinde.”

Lise son sınıftaydı o kitabı okuduğunda yıl 2004, üniversite üçüncü sınıftaki ablası tatile geldiğinde okuyordu Bit Palas’ı. “Bitirince sana vereyim sen de oku” kadın değişik yazmış seversin sen böyle şeyleri demişti. Çocukluğundan beri okumak en büyük tutkusuydu. Ailesi sayısal seçmediği için amma içerlemişti ablası sayısal seçmiş üniversiteyi ikinci senesinde zorla kazanmış endüstri mühendisliği okuyordu da n'olmuştu sanki? Ben sayısal seçmeyeceğim diye diretmişti inatla, ne halin varsa gör demişti artık ailesi. Fizikten nefret ederken ne gerek vardı boşuna uğraşmasına. Edebiyat okumak istiyordu o. Şiirler yazmak, geçmişin gizemli dünyasında edebiyatı koklamak istiyordu o. Sözel seçmişti ailesiyle birçok kavganın ardından ve artık son sınıftaydı. Üniversite sınavına hazırlanıyordu, parlak bir öğrenciydi. Ailesinin durumu orta halliydi şehir dışında ablasını okutup onu dersaneye göndermeye paralarının yetmeyeceğinin farkındaydı. Okulunda öğrendikleriyle çalışıyordu sadece ama tüm öğretmenleri onun parlak zekasına hayrandı, hepsi ileride iyi bir yere geleceğinden emindi. Bit Palas’ı okumaya başlamıştı sınava birkaç hafta kala. Soluksuz bir şekilde okuyarak bir günde bitirdi kitabı, altını çize çize kitaptan notlar ala ala. İşte o söz o günden beri hayat felsefesi olmuştu. Kocaman yazıp duvarına astı, test kitaplarının ilk sayfalarına not etti. “Vay be!” dedi. Defteri yazan kişi de demek bu sözü beğenmiş. Devam etti notları karşılaştırmaya.


5.) Eve döndüğünden beri aklı defterini alan o geniş omuzlu siyah saçlı adamdaydı. Defterini okuyup onu küçümser miydi diye düşünüp duruyordu. Yeni bir kitap okumaya başlayacaktı birden aklına defterinin onunla olmadığı geldi. En kısa zamanda yeni bir defter almalıydı. Birden kendisini yorgun hissetti. En iyisi erken uyuyayım bu gece diyerek yatağına uzandı aklı hala o adamdaydı.

Zili kim böyle ısrarla çalıyor olabilirdi? İsteksizce kalktı, açmadan önce delikten kontrol etti kapıyı. Defterini yüzüne tutmuş biri vardı, o adamdı. Tam kapıyı açacakken telefonunun alarm sesini duydu birden. Uyanmıştı, rüyasında görmüş demek ki o adamı bu seferde. Artık düşünmemeliyim defteri de o adamı da diyerek kalkıp banyoya gitti.


6.) Bunu yazan kişi kim bilir kaç ayını hatta yılını vermişti. Oysa ben hepsini sadece bir gecede okudum diye düşündü. Adını bile duymadığı birkaç yazarın kitaplarına dair notları okurken kendinden çok utanmıştı. Bu kadar güzel eserleri okuyamadım diye. Uykusuz kalmıştı ama değmişti uykusuzluğuna.

"İnsan sevdiği bir kitabı bitirince ondan ayrılıyormuş gibi hüzün düşer içine. Kitabın sayfalarını tekrar karıştırıyorum. Altını çizdiğim yerleri bir kez daha okuyorum. Ondan ayrılmak istemiyorum."  aynı bu alıntıdaki gibi hissediyordu. 

Uykusuzdu; ama nasıl olsa gitmesi gereken bir işi yoktu. Biraz uyuyup kendine geldikten sonra iş bakmak için dışarı çıkacaktı. Uyuduğunda kelimelerin onu çevrelediğini gördü rüyasında. Kitaplardan oluşmuş bir yolda yürüyordu ve her damlası kelimelerden oluşan bir yağmur yağıyordu. Kendine değen her kelimede biraz daha ferahladığını hissediyordu. Yolda ilerledikçe bir kadına yaklaşıyordu Kahverengi saçları beline yaklaşmış, orta boylu, zayıf bir kadına yaklaşıyordu. Kadının yüzünü merak etmişti, tam ona dokunup yüzüne bakacakken telefonu çaldığı için uyandı. Hadi be! diye sitem ederek uyandı. 

7.) İşe geç kalmayacaktı bugün sonunda. Yeni güne enerjik bir şekilde uyanmıştı uzun zamandan sonra. Kahvaltı keyfi bile yapmıştı. Penceresini açtı, kışın son günlerinde bu kadar güzel havayı fırsat bilen kuşlar güzel güzel ötüyorlardı. İçine derin bir nefes çektikten sonra giyinmek için gardırobun karşısına geçti. Arkadaşlarıyla alışverişe çıktıkları bir gün onların ısrarlarına dayanamayarak aldığı ama hiç giymeye cesaret edemediği nar çiçeği renkli peplum elbisesini giydi. Bugün bambaşka bir özgüven hissi vardı içinde. Başarılı bir editördü. Yaptıkları herkes tarafından takdir ediliyordu. Çocukluğundan beri hiç başarısız olmamıştı zaten. Sınıfın en başarılı öğrencisi, ailenin en başarılı ferdi. Başarısızlık kelimesi onun hayatına hiç uğramamıştı sanki. Yani iş ve kariyer anlamında. Yoksa gönül işlerinde bir başarıdan söz edilecekse o en sonuncu olurdu başarı konusunda. Nasıl bu kadar şanssız olabiliyordu anlam veremiyordu. Bir kez yaşadığı hüsrandan sonra kalbini tüm karşı cinse kapatmıştı gerçi; ama bir kez hüsran yaşaması bile onun için en kötü şey demekti.

8.) Arkadaşı arıyordu, ona bir editör yardımcılığı işi bulmuştu. İki saat içinde hazır olup verdiği adreste buluşurlarsa işi almaması için hiçbir engel yoktu. Heyecanlandı bir anda. Hemen güzel bir duş alıp, tıraşını olduktan sonra iş görüşmelerine giderken giydiği takım elbisesini giydi. Hiç sevmezdi böyle klasik giyinmeyi, oysa ablasının dediğine göre takım elbise giyinince dünyanın en yakışıklısı oluyordu. Annesi benim oğlum zaten dünyanın en yakışıklısı diye lafa karışırdı hemen. Üniversite mezuniyeti için annesinin aldığı kravatı taktı, bu iş görüşmesinden umutluydu ve annesinin aldığı kravatla şansının daha iyi olacağını düşünüyordu. Buluşma yerine vardığında saatine baktı yarım saati vardı daha. İş görüşmesinde karizmatik bir izlenim bırakmak için yanına aldığı iş çantasına evden çıkarken son anda aklına geldiği için koyduğu defteri çıkarttı. Defterin ilk sayfasını açıp, defteri yazan kişinin notunu okudu tekrar. Notu bitirmek üzereyken arkadaşı ve kendisine iş verme ihtimali olan editör gelmişti. Defteri özenle kapatıp masaya bıraktı. Kadın güler yüzlü hoş biriydi. Kırmızıya benzer bir renkte elbise giymişti. Ablası olsa burada hemen rengin en detaylı ismini söylerdi, tipik kadın detaycılığı işte. Ha kırmızı demişim ha turuncu ne yani diye cevap verirdi o da ablasına. Neyse kafasından bu düşünceleri sıyırıp kadınla selamlaştı. Arkadaşı bir tanıdığı vasıtasıyla tanıştığı editörün bir yardımcıya ihtiyacı olduğunu duyunca ona arkadaşını anlatmış, daha önce yaptıklarından bahsedince editör de bir tanıştırmasını rica etmişti. Gülçin Hanımla sizi tanıştırıp ayrılmam gerekiyor sorun olmaz değil mi diyen arkadaşına ikisinin aynı anda yok, ne sorunu demişti. Gülümsediler birbirlerine sonra kendini tanıttı Kayra. İşin detaylarıyla ilgili konuşmaya başladılar.

9.) Eski bir tanıdığı vasıtasıyla tanıdığı Sinan bir arkadaşından bahsetmişti. Edebiyat fakültesini iyi bir dereceyle bitirmiş. Uzun zamandır çalıştığı dergiden sahipleriyle aralarında oluşan fikir ayrılıkları neticesinde ayrılmak zorunda kalmış, eski işindeki başarısını devam ettirebileceği yeni bir iş arayan Kayra. Bugün öğleden sonra bir buluşma ayarlamasını rica etmişti Sinan'dan öğlene kadar Kayra'nın eski dergisindeki çalışmalarını araştırmıştı internetten. Gayet başarılı bulunca da tanışmaya daha bir istekle gitmişti. Buluşmada Kayra hakkındaki ilk izlenimi gayet olumluydu. Geniş omuzlu siyah saçlı bu adam bir an irkilmesine neden olmuştu sonra saçmalama diyerek kendine gelmişti ama tanışıp iki kahve söyledikten sonra masada fark ettiği defter bir an heyecanlanmasına neden olmuştu. Bu nasıl bir tesadüftü böyle? Kendini tutamayıp defteri gösterip nazik bir sesle "Sizin mi, bakabilir miyim?" demişti. Kayra: "Benim değil, geçen gün ilginç bir şekilde sahilde buldum. Çok hoş, çok etkileyici bir defter. Buyrun siz de inceleyin." deyince kendini çok ama çok iyi hissetmişti. 

Gülçin: Size bir şey söylesem inandırıcı olur mu bilmiyorum ama bu defter bana ait. 
Kayra: (Çok şaşkın, gözleri açılmış bir şekilde.) İnanması çok zor ama inanırım neden inanmayayım, ama çok şaşırdım. Nasıl güzel bir tevafuk bu böyle! 
Gülçin: O gün defteri bıraktıktan sonra sahile dönmüştüm almak için ama sizin elinizde gördüm arkadan, az önce de arkadan görünce sizi acaba o mudur ki demiştim ama hiç ihtimal vermezdim, dünya çok küçük.
Kayra: Oldukça küçük hem de.

Bir süre ikisi de konuşamaz olmuştu. Sonra defteri ve kaderin onlara yaşattığı bu sürprizi konuştuktan sonra işle ilgili konuşup anlaşmaya vardılar. İkisi de o kadar şaşkınlık ve mutluluk içindeydi ki gözlerinin içleri pırıl pırıl parlıyordu. 

10.) Defteri Gülçin'e verdiğinden beri karmaşık duygular içerisindeydi. Defteri okurken ruh ikizini bulduğunu düşünüyordu ve şimdi o ruh ikizi olduğunu düşündüğü kişi patronu olmuştu. Hayat çok ilginçti. 

11.) Kayra.. İlginç bir günde tanıştığı, kibar bir erkek ve yeni yardımcısı. Defteri hakkında söylediği güzel şeyler ona kendisini çok iyi hissettirmişti. Ertesi gün için çok heyecanlıydı.

12.) Sabah erken kalkıp hazırlandı işe giderken. Çiçekçinin önünden geçiyordu yolu, bir an geri dönüp güzel bir buket papatya aldı. Gülçin için güzel bir şey yapmak istiyordu. İlk günden hanım bey dememek üzere anlaşmışlardı. İkisi de resmiyetten hoşlanmıyordu. Sekretere kendini tanıttı ofise girince. Yeni editör yardımcısı hakkında Gülçin sekreteri bilgilendirmişti zaten. Odasını gösterip, yeni işinde başarılar diledikten sonra yerine döndü sekreter. Gülçin'in odasına papatya buketini bırakmak için girdiğinde Gülçin camdan dışarı bakıyordu. Kahverengi beline kadar gelen saçları, orta boyu ve zayıf vücuduyla Kayra'nın rüyasındaki kadının aynısıydı. Kayra ikinci kez şok geçiriyordu. Gülçin'in arkasına dönüp günaydın demesiyle kendine geldi. Sana papatya almıştım, bilmem sever misin diyerek uzattı papatyaları. Gülçin gözlerinin içi gülerek teşekkür etti Kayra'ya.

13.) En sevdiği çiçekler papatyalar olmuştu hep. Arkadaşları ona bu kadar da basit mi derdi hep. Onlar orkide, gül hayalleri kurarken Gülçin bir tek papatya ile mutlu olabilen biriydi. Ve şimdi Kayra ona papatya almıştı. Kendini harika hissediyordu.

14.) Derin bir nefes aldı. İki günde hayatı değişmişti. Çok mutluydu. Öğle yemeğine gider miyiz diye aradı Gülçin'i. Biraz hızlı gittiğinin farkındaydı ama ruh ikiziydi işte bu kadar tevafuk üst üste geliyorsa kesin güzel bir şeyler olacaktı.

Öğle yemeğinde; kendini acayip heyecanlı hissediyordu. 

Kayra: Gülçin, sana biraz anlamsız gelebilir bu ama ben o defteri bulduğumdan beri güzel şeylerle karşılaşıyorum, güzel şeyler yaşıyorum. Ben o defteri okurken bunu yazan kimse benim ruh ikizim olmalı demiştim. Seninle tanıştık ve ben bu dediğimin doğru olduğunu düşünüyorum. Biraz ani olacak ama bize bir şans verir misin? 
Gülçin: (kızarmıştı, heyecanlanmıştı) Kayra, ben de iki gündür yaşadıklarıma anlam veremiyorum, dediğin gibi ben de güzel şeyler yaşıyorum ve bu güzelliklerin devam etmesini diliyorum dedi. Gülümseyerek elini Kayra'ya uzattı ve neden bir şans vermeyelim bize dedi. Arkadaşları ona bu kararından dolayı deli diyebilirdi ama olsun. O kendini mutlu hissediyordu ve böyle hissetmeye devam edeceğini biliyordu. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder